19 Ocak 2013 Cumartesi

15:15 Kadıköy - Beşiktaş Vapuru


Denizsiz Ankara'dan...

Vapurda kesinlikle yalnız olduğunuzu düşünmeyin. Hayat, vapurun peşine takılan martıların kalbini kırıp daha sonra geri kazanmaya çalışmanıza izin vermeyecek kadar kısa olabilir. 

Yolculuğunuz boyunca size eşlik edecek olan martıların hediyesi simidi unutmamak gerek.

Kitap okumayın. Okuyacağım diyorsanız her sayfada kafanızı kaldırıp camdan bakmayı ihmal etmeyin.

Gökyüzünün mavisine, denizin dalgasına, Kız Kulesi’nin zarafetine âşık olmamak için karşı koymayın.

Âşık olmak demişken vapura sevgilinizle binin.

Rüzgâr saçlarınızı savururken kahkaha atın. Sesli sesli gülümseyin.

Ayağınızı demirlere koyup fotoğraf çekin. Evet, bunu yapın.

Bardakların ne kadar iyi yıkanıp yıkanmadığını düşünmeden çay için.

Telefonla konuşmayın.

Hayata mola verin.

Vapur yanaştığında hemen ayağa kalkmayın. Ayağa kalkıp koşmaya başlayanların hikâyelerini düşünün. (Belki patrondan azar işitecek ya da doktor randevusuna geç kaldı.)

Ve tüm bunları yaparken kulağınızda en sevdiğiniz melodi olsun. Mesela şu. Mutluluktan da gözleriniz dolsun.

Sevgiler,

11 Ocak 2013 Cuma

Sahaf Olacağım

50 yaşına kadar yaşayabilirsem sahaf olacağım. 

Kadıköy'de şöyle tam Moda'ya çıkarken küçücük bir dükkanım olacak. Kapısında korkulu bir çeteyi andıran şişko kediler... Kimisi kitapların üzerinde keyfine bakarken sırnaşık olanlar da girip çıkanların bacaklarına sürtünecek. Hata yapıp sevenlerin kucağına çıkacak arsızca. Ben tam bu sırada güleceğim. 

Her an çay olacak dükkanımda. Gelip gençliğimde okuduğum kitapları inceleyenlere ikram edeceğim. Daha fazla kalmalarını sağlayacağım. Tartacağım onları. İyi bakamayacağını hissedersem satmayacağım kitabı. Üzgünüm diyeceğim ama sevineceğim. 

Herkesi sohbetimle bunaltacağım belki de. Hükümete söveceğim ya da hükümeti öveceğim. Siyasi düşüncelerimi hemen belli edeceğim sevmeyen gelmesin. Etrafımdakiler kızacak bana. Çatlak diyorlar sana diye uyaracaklar beni. Banane diyeceğim.

İşte o zaman sigaraya başlayacağım. Gelenlere ikram etmek keyifli olur gibi geliyor. Kimse olmadığında dükkanımın kapısında oturacağım ve yakını görmeyen gözlerimin dermanı olmuş gözlüklerimle okumaya devam edeceğim.

Veresiye defterim olacak. Belki isimleri yazılı olanlar bir daha hiç uğramayacaklar yanıma kim bilir... Olsun, paraları mezara götüremeyeceğim ne de olsa diyeceğim.

Her gelene nereli olduğunu soracağım ve cevabı ne olursa olsun "hemşehrimsin benim" diyeceğim. O zaman da bir kadın olarak bir ülke istemeyeceğim ve tüm dünya benim ülkem olacak çünkü.

Sevdiğim yazarların, şairlerin köşeleri başka olacak. Düzenli, pırıl pırıl. Bozanlara kızacağım. Kazara O'nu sevmediğini, çok demode bulduğunu söyleyen 2020 doğumlu gençleri kovacağım.

Ve daima var ile yok arası bir müzik çalacağım.

8 Ocak 2013 Salı

Kitaphane

Perdeyi sonuna kadar açmış dışarda yağan karı izlerken birden "acaba nelerden vazgeçemem?" diye düşündüğümü farkettim. Bu işi fazla önemsemiş olacağım ki kendimi odamda etrafıma bakınırken buldum. Meğer her şeyi tek kalemde silip atmaya o kadar meraklıymışım ki...

Aklımın ucundan dahi geçmeyen kıyafetler ve ayakkabılar elbette bu listeye giremedi. Bir tayt ve bir kazakla gezebilir miydim acaba her gün? Çocukluğumdan beri sistemin bana, aileme ve tüm topluma dikte ettiği "tüketim"den ben de nasibimi almış olmalıyım ki tam bir karara varamadım ama benim için en azından şimdilik önemli değillerdi. 

Gençliğimden mi kaynaklanıyor nedir bu karelerin hepsi benim aklımda deyip tüm fotoğraflardan da vazgeçtim bu esnada. Bu beni vefasız yapar mı acaba?

Hiç kullanmıyor olsam bile kitaplığın en üst rafında duran daktiloyu kimselere veremem. Her gözüme çarpışında, aklım kitaplarını bayılarak okuduğum yazarlara gidiyor. Parmakları acımıyor muydu acaba sert sert vuruşlarda? Peki ya yan odada uyuyan Nuriye Öğütçü sesten rahatsız olmuyor muydu? Kızmıyor muydu Raşit Öğütçü'ye çocukları uyandıracaksın diye?

Kızmıyordu bence. Her neyse karı-koca arasına girmeyeyim ben şimdi.

İşte vazgeçemediklerim oradaydı. Kitaplık mı kütüphane mi arasında kalarak adlandırdığım "kitaphane". Her geçen gün daha fazla paramı sahaflara, kitapçılara bıraktığımı artan sayılarından anlamak mümkündü. 

Ama bir de tutkunu olduklarım var ki sizler için bir kısmının fotoğrafını çektim. 



İletişim Yayınları sizce de çok özel değil mi? Her kitap gibi bu kitaplar da uzun uğraşlar sonrası ince ince dokunarak yazılmış. Belki de ağırlıklı olarak "duygulardan arındırılmış" kitaplar olarak tanımlarsam yanılmış olmam. Hatta bir öneride de bulunmak gerekirse, üşenmez Cağaloğlu'na giderseniz %3o indirimle sahip olabilirsiniz. 





Varlık Yayınları'nın kitapları ise benim için çok başka. Acaba kaçıncı sahibiyim bu kitapların?  Kim bilir yazarları ne zorluklarla kurdu cümleleri. Nereye sürgün edilmişti yahut hangi hapishanede bulunuyordu? Bu kitaplar bunun için çok değerli. Ve öyle kokuyorlar ki siz kitabı bitirip rafına geri koyuyorsunuz, aradan aylar geçiyor kitap aklınıza geliyor ve burnunuzda sarı saman kağıdın kokusu. İçinize işlememiş mi?

Vazgeçemediklerimden kaynaklanıyor olacak ki Cevahir, İstinyePark, MetroCity her ne varsa üzerini karaladım. Tüm kalabalığına, aceleyle oradan oraya koşan, yetmezmiş gibi omzunuza çarpıp özür bile dilemeyen insanlarına rağmen Taksim ve Kadıköy kalsın benimle dedim. Belki biraz gezer ve 2 liraya çay içeriz. 

Hala kar yağmaya devam ediyor. Şimdi de kar olmazsa olmazmış gibi geldi. 

Her yer bembeyaz olursa herkes yürüyüşe çıksın olur mu? Sonra ayak izlerimizin fotoğraflarını çekip yollarız. Anılar güzeldir ne de olsa.

Şimdilik hoşçakalın.