“Işınlanmaya gerek yok, ben aynı zamanda
birden fazla yerde bulunabiliyorum.” dersem abartmış olur muyum?
Geçen hafta Nezahat-Kazım Gündoğan’ın
Dersim’in Kayıp Kızları’nı okurken 1938’de annemi/babamı kaybetmiş Fatma İçin
olmuştum ben. Hava soğuktu, karnım açtı ve bir subay tarafından alınıp çok
uzaklara götürüleceğimden habersizdim. Gidince saçlarım kesilecek, hiç alışkın
olmadığım kısa entariler giyecektim. Subayın çocuğunun altını temizleyecek,
fazla yemek yediğim ve hatta anadilim olan Kürtçe’yi konuşacağım için dayak
yiyecektim.
Uludere Belgeseli’ni izlerken Gülyazı
Köyü’nde yaşayan, abisi ile son anısını anlatan Beriwan Encü oluverdim. “Benden
su istedi, ben de ona tembel dedim ve sonra tüm aile sırılsıklam olduk; çok
eğleniyorduk ben ne yapacağım şimdi?” dedim. İçimde gizli bir sitem ve yüzümde
beliren yarım gülüşümle… Devam edemedim, boğazım düğümlendi.
Orhan Kemal’den “Bereketli Topraklar
Üzerinde”yi okurken karısını, çocuğunu Sivas’ta bırakıp Adana’ya çalışmaya
giden Köse Hasan’dım. Tek amacım köye dönerken kızımın benden istediği tarağı
alabilmekti. Fabrikada sulu koza bölümüne verildiğimde üşüdüm, titredim, üzerime
giydiğim kazağı kurutabilmek amacıyla sıktım. Dayanamadım, öldüm.
Bugün kahve içip otururken birden dışarıda
çığlık çığlığa koşan Romanlardan oluverdim. Az önce diğer masadan kalkan kadın
5 lira vermişti bana. Üstelik öyle çok fazla yalvarmama da gerek kalmamıştı.
Önemli olan şimdi bakkala gidip canım ne istiyorsa onu almaktı.
Peki sarı kediye ne demeli? En başından
beri gözüne şemsiye sokmaya çalışan mı dersin yoksa kafasını bardakla kapatan
mı? Tırnaklarımı çıkarıp onları tırmıklamamak, sivri dişlerimle parmaklarını
ısırmamak için kendimi çok zor tuttum. Neyse ki en sonunda sıcak bir kucak beni
uyuttu.
Tüm gün sonunda şimdi kendimi bulabildim.
Birazdan yatıp uyuyacağım. Rüyamda ise bambaşka biri olmaya hazırım.
Hayat çok sıkıcı ve monoton mu demiştiniz?
Peehh…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder